blog counter

3/30/2007

Dakar Yarış Keyfi

Basarili yarisci, guzel adam, fabrika takimlarina kok sokturen, kendi yapan-kendi yarisan, buyuk takimlar icin "takimlarinda yer verirlerse, dusuk butceyle nasil basarili olunurmus ogretirim, isterlerse" diyerek dalgasini gecen Jean-Louis Schlesser... Nasıl da eğleniyor.. İşte önemli ve güzel olan bu...

3/24/2007

Belen Kahvesi


Aslında planım çoğumuzun yaptığı gibi miskinlik yapıp yavaş hareketlerle ve gözlerimi ovuşturarak yataktan kalkıp sonrasında uykulu gözlerle kahvaltımı yaparken Pazar gazetemi okumaktı.

Ama yapamadım.

Yapamadım çünkü evimin tahta kepenklerimin arasından güneş
öyle bir yatak odama süzülüyordu ki o günü miskinlikle geçirirsem kış günündeki bu gzel havaya v kendime ihanet sayacaktım tembelliği.

Saate baktığımda daha sekiz di yola çıktığımda ise sekiz otuz. Her zaman yola çıktığımda nereye gideceğimi bilmem çoğu zaman yolda bile nereye gittiğimi bilmem o an sadece yolda olmak güzeldir benim için. Pazar günü erken bir saat gittiğim yollar zaten genelde boş buna birde aylardan aralık olduğu eklenince karayollarını ilk defa bu kadar çok sevdim yolları sadece bana

yaptığı için..
Ne zaman bir yerlere gitsem bu iş için olabilir gezi için olabilir her
zaman kırmızı tabelalar ilgimi çeker.

Ve bu yerleri bir bir kafama yazarım bir gps gibi. Bir gün mutlaka diye. O

yerlerden biriydi Belen kahvesi.

Muğla ya her gidişimde bu kırmızı tabela gözüme çarpıyordu. Bu sefer hadi bakalım diye ana yoldan sinyalimi verdim. Yaklaşık
anayoldan 8 km. daha içeride olan bu yer, ormancı türküsüne
konu olan olayın yaşandığı köy Gevenez Köyü.

O yıllarda ismi Gevenez şimdiki ismi Çaybükü olan köyde bulunan köy kahvesi eski mimarisine uygun olarak restore edilmiş ve turizme açılmış. Yıllardır çilingir sofralarında hep bir ağızdan söylenen Ormancı Türküsü’nün bu güne kadar nasıl bestelenmiş diye merak etneyenler belki bu yazıdan sonra biraz haraketlenirler.

Kahvede otururken eski kaynaklardan yararlanabiliyor çayınızı



yudumlarken yanında isterseniz köylü kadınların yaptığı leziz gözlemeleri tadabiliyor ya da ormancı türküsündeki gibi ovaya bakarak dama oynayabiliyorsunuz.

Kahvede otururken ister istemez tarihte yolculuğa başlıyorsunuz ve eski kitaplara dalıyorsunuz burada yaşanan talihsiz olayın ayrıntılarını öğrenebiliyorsunuz.

İnsan sormadan edemiyor kimdir bu ormancı ve türküye



konu ,olan diğer kişiler??

Biraz kitapları karıştırınca sorunun cevabını buluyorsunuz. Ormancı;
Sarı Mehmet lakaplı orman memuru Mehmet İn’dir. Aslen Marmarisli olan Mehmet emekliliğinden sonra buraya yerleşir ve doksanlı yılların başında burada ölür.

Muhtar Tevfik;



Bay Mustafa’nın en yakın arkadaşı Geneves Köyü muhtarı Tevfik Cezayirli'dir. Öldüğünde arkasında 25 yaşında bir eş ve 3 çocuk bırakmıştır.

Bay Mustafa;


1922 Geneves doğumlu Mustafa Şahbudak'tır, ağa çocuğudur.
28 Mart 2005'te tedavi altında bulunduğu Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde yaşamını yitirmiştir. 83 yaşında ölen


Şahbudak, en yakın arkadaşı Muhtar Tevfik’in yanlışlıkla ölümüne neden olmuş daha sonra Gevenes Köyü’nde yaşanan bu acı olay “Ormancı” türküsüne konu olmuştur.

Bu acı olayın hikayesine gelince;

Gevenes Köyü’nde 1922 yılında dünyaya gelen Mustafa Şahbudak, ağa çocuğudur. Mustafa’nın en yakın arkadaşı Köy Muhtarı Tevfik Cezayirli'dir. Her akşam köy kahvesinde “dama” maçı düzenleyen iki arkadaşın iddialı ve dostça karşılaşmaları kahvehanedekiler tarafından da ilgi ile izlenir. 1946 yılının bir Temmuz gününde, Mustafa Şahbudak ve Muhtar Tevfik Cezayirli, yine dama tahtasının başına otururlar. Oyunun yarısında “Sarı Memet” lakaplı Orman Memuru Mehmet İn, çıkagelir. Mehmet, sarhoştur. Bir gün önce, komşu olan Çiftlik Köyü’nde yangın çıkmıştır. 1946 seçimlerinin evrakı Yatağan’a gönderilecektir. Seçim evrakını Yatağan’a, köy bekçisinin götürmesi zorunludur. Ormancı ise yangın evrakının bir an önce ilçeye götürülmesi için bekçiyi muhtardan ister. Muhtar Cezayirli, “Olmaz, daha acil olan seçim sonuçlarının ulaştırılması gerekiyor. Bekçiyi gönderemem” diye cevap verir. Bunun üzerine ormancı ile muhtar arasında tartışma başlar. Muhtar Tevfik Cezayirli, “Ayıp ediyorsun Mehmet, bize müsaade et” der. Ormancı kahveye geri döner, dama masasına bir yumruk atar, masayı devirir. Mustafa Şahbudak, bu davranışa tahammül edemez ve ormancıyı tokatlar. Olayın büyüyeceğini anlayan köylüler, ormancıyı sakinleşmesi için kahvenin arka tarafına götürürler. Ormancı bağırarak küfürler savurmaktadır. Küfürler Mustafa Şahbudak’ın tahammül sınırını daha da zorlar. Şahbudak, yerinden kalkar, ormancının üzerine yürür. Ormancı Mehmet, kamasını çıkarıp Mustafa Şahbudak’ı kolundan yaralar. O zaman, Mustafa Şahbudak ormancıyı korkutmak için, belindeki tabancayı çıkarır, yere doğru ateş eder. Muhtar, ormancının ikinci kez kama vurmaması için elini tutar. Fakat, Mustafa tetiği çoktan çekmiştir... Ormancı Mehmet İn, bunun üzerine kaçmaya başlar. Mustafa Şahbudak kaçmasın diye, bir el daha ateş eder. Bu ateş de öldürmek için değil, kaçmasına engel olmak içindir. İkinci atışta Mehmet İn, yere düşer. Arka cebinde tabaka olduğu için, ona bir şey olmaz. Ama, Mustafa Şahbudak, kaza kurşunu ile dostu Tevfik’i vurmuştur. O günlerin imkansızlıkları içerisinde Tevfik’i, tahta bir sal üzerinde köyden 23 kilometre uzaklıktaki Muğla Devlet Hastanesi’ne götürürler. Tevfik, çok kan kaybetmektedir. Mustafa, Doktor Veli Bey’e, “Babamın selamı var, bu adamı iyileştir” diye yalvarır. Doktor Veli Bey, “O ölecek, önce senin kolunu saralım” diye yanıt verir. O sırada Tevfik eliyle işaret edip Mustafa’yı yanına çağırarak,”Ben ölüyorum, hakkını helal et” dedikten sonra can verir. mustafa, en yakın arkadaşını öldürdüğü için teslim olur, dört yıl ceza alır. cezaevindeyken her gece tevfik rüyasına girer. ancak ormancıya kini gittikçe artar. Bu acı olaydan sonra köyde kalamayacağını anlayan ormancı Mehmet İn, tayin ister, Kavaklıdere Orman Müdürlüğü’ne atanır. Aslen marmarisli’dir. Emekliliğinden sonra oraya yerleşir. Doksanlı yılların başında da ölür. Mustafa Şahbudak cezaevinden çıktıktan sonra, anılarla dolu o köyde yaşayamayacağını anlayıp, Muğla’ya yerleşir. Çok sevdiği, günlerini birlikte geçirdiği arkadaşı muhtar Tevfik Cezayirli’yi tek kurşunla öldürdüğünde, arkada 25 yaşında bir eş ve üç çocuk bırakır. Muhtar’ın eşi pembe, bu acıya dayanamayınca birkaç yıl sonra akli dengesini yitirir. Oğlunun biri İzmir’e yerleşir. Diğer oğlu ile kızı, köyde yaşamaya devam ederler.


Gevenes köyünde yaşanan bu olay Ormancı türküsü konu olmuş bu türküyü besteleyen kişi ise Tahir usta adında bir değirmencidir Bay Mustafa’nın annesinin akrabasıdır. Dillerden düşmeyen bu türkünün sözleri ise;

Çıktım Belen Kahvesi'ne baktım ovaya, baktım ovaya,Bay Mustafa çağırdı, dama oynamaya, Ormancı da gelir gelmez, yıkar masayı, yıkar masayı, Söz dinlemez ormancı, çekmiş kafayı.Aman ormancı, canım ormancı Köyümüze bıraktın yoktan bir acı. Köyümüzün ortasında, değirmen döner, değirmen döner,Değirmenin suları, dağından iner, Ormancıya atılan kurşun, Tevfik'e döner, Tevfik'e döner, Tevfik'in feryatları, yürekler deler.Aman ormancı, canım ormancı Köyümüze bıraktın yoktan bir acı.Köyümüzün suları da hoştur içmeye, hoştur içmeye, Üstünde köprüsü var, gelip geçmeye, Tevfik'imi vurdular, hiç mi hiç yere, hiç mi hiç yere, Yazık ettin ormancı, köyün iki gencine. Aman ormancı, canım ormancı Köyümüze bıraktın yoktan bir acı


Eğer yolunuz Muğla’ya düşerse mutlaka Belen Kahvesine de uğrayın köyde kısa bir gezintiye çıkın türküde bahsedilen köprüden geçmeyi, değirmenini görmeyi ve çeşmesinden suyunu içmeyi de ihmal etmeyin. Hem bölgenin doğal güzelliklerini görün hem de buranın tarihini yaşama fırsatını bulun.

3/17/2007

300 Spartalı Gösterimde

300 Spartalı 16 Mart'tan itibaren gösterimde. Frank Miller'ın grafik romanından sinemaya uyarlanan film oldukça başarılı grafikler ve sound larla donatıldığından bu filmi kesinlikle sinema da izlemenizi öneririm. Dvd sini beklemeyin...

Cinemarin sinemalarının film programı için buraya.

Filmin kısaca hikayesi şu:

Pers kralı Xerxes'in zafer kazanmaya alışmış güçlü ordusunu Yunan krallıkları üzerine yollaması üzerine Sparta kralı, 300 askerini Thermopylae'de Perslilerle savaşmaya gönderir. Tam bir intihar görevi özelliği taşısa da, askerlin her biribüyük bir cesaretle savaşmaktan çekinmeyecektir.

3/15/2007

18 Mart

Yedi Düvelin istila güçlerinin cehenneme çevirmeye çalıştığı cennet vatanımızı müdafaa etmek adına, şehit ve gazilerimizin kanlarıyla yazdığı bir varoluş destanı olan; Çanakkal Zaferinin 92 nci yıldönümünde gerçekleştirelecek olan " 18 Mart Şehitler Günü" anma programına herkez davetlidir.

Tören programı

1- Çelenk Sunma
2-"Çanakkale Zaferi" konulu fotoğraf sergisinin açılması
3-Anadolu Meslek ve Kız Meslek Lisesini hazırladığı anma programı
4-Yavuz Bülent BAKİLER'in "Dünden Bu Güne Çanakkale Zaferi" konulu konferansı

Çelenk sunma töreni saat 09:00'da Belediye Meydanın'da, diğer bütün faaliyetler Bodrum Belediyesi Nurol Kültür Merkezi (Oasis)nde gerçekleşecektir.

3/10/2007

BMK 4. OLAĞAN GENEL KURULU

Bodrum Motosiklet Kulübü 4. Dönem Olağan Genel Kurulu aşağıda belirtilen tarihte ve belirlenen programa uygun olarak listede ismi olan kulüp üyelerimizin katılımı ile
yapılacaktır.
TARİH : 07 NİSAN 2007 CUMARTESİ
SAAT : 14:00
YER : Bodrum Belediyesi Meclis Toplantı Salonu
Yeterli çoğunluk sağlanamaması halinde 14 NİSAN 2007 Cumartesi günü aynı yer ve saatte tekrarlanacaktır. Tüm üyelerimize duyurulur.

G Ü N D E M

Yoklama ve yeterli çoğunluğun sağlanması
Saygı duruşu ve açılış
Divan Başkanı ve Katip üyelerin seçimi
Yönetim Kurulu raporunun okunması
Denetim Kurulu Raporunun okunması
Yönetim Kurulunun İbrası
Yeni Yönetim Kurulu asil ve Yedek üyelerinin seçimi
Yeni Denetim Kurulu asil ve yedek üyelerinin seçimi
Dilek ve Temenniler
Kapanış

BMK GEÇERLİ ÜYE LİSTESİ

GEÇERLİ ÜYE LİSTESİ

1

Ömer Ölçer

43

Altan TAN

2

Yaman OLGAÇ

44

Ersoy NAZ

3

Ahmet SARAÇ

45

Emin DURMAZ

4

Ramiz MİNARECİ

46

Halil KUŞ

5

Necati Enis Kümüştekin

47

R. Fikri PEKŞEN

6

Zeki ÖZKAL

48

Cevdet ERÇİK

7

Nuri ANLAŞAN

49

Kenan DOĞAN

8

İbrahim BAŞKAYA

50

9

Levent ARABULAN

51

Hayati İLKBAHAR

10

Serkan ÖZDALGIÇ

52

Orhun KÖYAĞASIOĞLU

11

Hüseyin SARI

53

Peyami TANERİ

12

Steven GÜNAY

54

Bülent ÖZTÜRK

13

Elçin DİZDÖVEN

55

Cemal Nadir GEZER

14

Coşkun SERNİKLİ

56

Rüstem S.

15

Tamer ŞAHİNOĞLU

57

Mesut SEVER

16

Serhat SAYAN

58

Şeref ŞAMLIOĞLU

17

59

Ersan UYAV

18

İrfan DEĞERCAN

60

Selim AYDIN

19

Ahmet KURT

61

Yücel KONUKMAN

20

Şükrü Saim YÜCEL

62

Alpaslan KEŞEFLİ

21

Ali Kemal CENGİZ

63

Mahmut Yekta CİNGÖZ

22

Can TAYHAN

64

Ercan Esendemir

23

Mustafa YAVAŞ

65

Mustafa Sönmez

24

Hakan SUBAŞIOĞLU

66

GirayTürker

25

Engin UYSAL

67

Tahsin Berk

26

Tunç MUNGAN

68

Cenk Köstem

27

Selçuk AYDIN

69

Tarık Akan

28

Yücel GÖRGÜNEL

70

Hulusi Özuduru

29

Fatih ÖZDİL

71

Fatih Erman Çumralı

30

Giray TÜRKER

72

Nuray Çelik

31

A. Nezih ÇOBANCI

73

Ayhan Çetin

32

Ali Berhan AKINAL

74

Arif Önder

33

Ali Nur YONSEL

75

Tacettin Çankaya

34

Özay KARTAL

76

Recep Özbakır

35

Mehmet ELMAS

77

Alişa Vlasenko

36

Hasan ENÇ

37

38

Kemal MERKİT

39

Semih YILMAZ

40

Gökmen KESKİN

41

Hakan OMAY

42

Onur Altan TAN

3/07/2007

BİR HAYAL GERÇEKLEŞTİ TUNUS

3 Kasım 2006 günü sabah 8:30’da limanda Veyselle buluştuk, Yücel ve Rengiz de bizi uğurlamak için gelmişlerdi. Bodrum’da oturduğumuz için Kos adası üzerinden başlayan bir yol belirlemiştik. KTM 640 Adventure ve F650 GS Dakar motorlarımız. Veyselin mesleği rehberlik ve motorla Katmandu ve Kahire gibi iki güzel deneyimi var, benim ise motorla ilk yurtdışı deneyimim, biraz çaylak mı görünüyorum?
Mümkün olduğunca çabuk Tunus’a ulaşıp dönüşte de sallana sallana gelmek yolculuğun ana planı, aslında başka da plan yok zaten. Yol boyunca da bir gün sonrası haricinde hiçbir kesin planlama yapmadık, ikimiz de tekliflere açığız nasıl olsa… Yağmurlu bir yolculuktan sonra Kos’a 50dk sonra ulaştık. Yunanistan’da iç hatlar çok ucuz , Kos için ödediğimiz para ile belki bu yolun 25 katı uzak mesafedeki Atina’ya gidebiliyorsunuz. Atina feribotuna kadar zamanımız var, rehberim bana Kos’u gezdirdi ama kısa kesti galiba biraz, şüphelendim. Neyse akşama kadar oyalandık orda burda ama mevsim dolayısıyla kimse yok ve hava da yağmurluydu. Feribota bindik, motorları bağlarken çok yardımcı oldular lafladık, motorları bağlayan elemanın maaşı 3000Eu imiş, işimi gözden geçirdim biraz! Feribot dolmuş gibi, adalara uğraya uğraya gidiyor. Biz nasıl haftasonu şehir yakınlarında biryerlere gideriz onlar da feribotla aynı şeyi yapıyorlar, birçok özel araba ve irili ufaklı motosiklet var. Dolmuş dediğime bakmayın iki katı da araç alabilen 216m’lik bir gemi

Sabah Pire limanına indiğimizde ayaz vardı. Bir iki eksiğimiz için önceden öğrendiğimiz birkaç motor mağazasına uğradık ama o gün (Cumartesi) supermoto şampiyonası varmış, hepsi kapalı. Atinaya sürdük ve akşama kadar Parthenon ve şehiri dolaştık. Akşam motorları büyük bir otelin kapalı otoparkına bırakmak istedik, dışarıdan araç almıyorlarmış ama durumumuzu anlatınca kabul ettiler ve otelimize gittik. Sabah erkenden kahvaltıyı yapıp Patras’a doğru yola çıktık. Ana kara ile Peloponnes yarımadasını ayıran Korinth kanalının kenarından, güzel bir otobandan devam ettik. Birçok Fazer ve Hornet gördüm ama KosOne Moto’nun sahibi Fanis’in de söylediği gibi V Strom Yunanistan’da en çok satan motor. 230km’den sonra Patra’da bişeyler yiyip içtik ve bizi İtalya’ya, Brindisi’ye götürecek feribota 17:30’da bindik. İki motor ve tırlardan başka kimse yok Pasaportları istediler ama açıp bakmadılar bile. Tv’de Olympiakos-Panathinaikos futbol maçı vardı, kamyoncuların hepsi Panathinaikos taraftarı, heyecanla izlediler maçı ama 1-1 bitti.

7’de uyandık, bu arada saatleri 1 saat geri almıştık İtalyanların ayaküstü kafelerinden birinde kahve-kruvasan yapıp Tarantoya yollandık. Taranto’dan sonra yolda her yer portakal ve şeftali bahçeleriyle doluydu, bir de şimdiye kadar görmediğim büyüklükte asmalar. Bunların üzümü nasıl bişeydir diye merak ettim. 250km’den sonra Messinaya kadar kalan 150Km’lik yolda yağmur indirdi. Tünellere girince rahatlıyorduk ama duracak yer yok ve durup yağmurlukları da giyecek fırsatımız olmadı, benzinliğe kadar. Villa San Giovanni’ye inen yol müthiş. Kayaların ve uçurumların tepelerine şirin evler yapmışlar, apartman nedir
bilmiyorlar zaten burada ve solumuz yemyeşil, sağımız da deniz. Resim çekemediğim için en üzüldüğüm yer burası, duramadık çünkü otoyoldayız. İtalya ile Sicilyayı ayıran Messina boğazını feribot 40dk’da geçiyor. Bu arada feribotun alt katı tren alıyor! Sicilyadayız, Messina zengin, büyük caddeler, lüks mağazalar. Ama her yer 6-7 gibi kapanıyor, internet kafe bile bulamadık. Pizza yiyelim dedik ama çöreğe razı olduk. İkimiz de karanlıkta motor kullanmayı sevmiyoruz ama Tunus feribotuna yetişmek

için 250km’lik Palermo yolunu sabah 5’te uyanıp gideceğiz.
Sabah 6’ya doğru yol açıktık ve ilk 1 saati karanlıkta gittik, aslında çok da öyle değil çünkü yolun yarısı tünel ve çok güzel aydınlatılmış. Adanın kuzey sahili tepelik olduğundan iki tepe arasına viyadük, yüksek bir tepe ile karşılaşınca da tünel yapmışlar. Sonuçta rampası olmayan bir yolla Palermo’ya ulaştık, vites bile değiştirmedik onca yolda desem abartmış olmam. Zamanında vardık neyse ki, çünkü bir dahaki feribot 4 gün sonra, mevsimin cilveleri bunlar. Neyse ki yola çıkmadan önce feribotları baya araştırmıştık. Tek olumsuz şey de feribot gündüz. Yolculuk boyunca ilk ve tek gün kaybımız bu. Bu arada kaptan sorun çıkardı, vizemiz yok diye. Anlatıyoruz Tunus Türkiye’den vize istemiyor diye, aslında kendisi de pek emin değil, neyse tüm sorumluluğu bize yükledi, biz de seve seve yüklendik. 20:30’da başkent Tunis’e yanaştık, işlemler çok hızlı bitti, tüm araçları aradılar bizi aramadılar, şehre indik. Çay içmek istedim ama buranın çayı naneli ve bende tuz ruhu etkisi yarattı, şekerle demliyorlar ama ne şeker! 2/3ünü boşalttırıp su eklettim yine de zor içtim. 8 gün boyunca çok sevdiğim çayı içemeyeceğim zorlu günler başlamıştı!

Sabah motorları tarihi Fransız kapısının arkasındaki meydanda polislere bırakıp çarşıyagirdik.Tahtakale tarzı işportalardan açıkta satılan yiyeceklere
kadar herşey var. Öğlen deniz ürünlü makarna yedik. İnternet kafe’de çok yavaş çalışan bağlantıyla boğuştuk. Bu arada Tunus televizyonu benimle ropörtaj yaptı. Aynen bizim muhabirlerlerin sorduğu sorular, Tunus nasıl, beğendiniz mi vs. Artık tanınıyoruz da yani burada...Öğleden sonra Hammamet’e yola çıktık. 70km sonra beyaz kumdan upuzun bir sahil ve denize hücum. Burası Tunus’un turizm merkezi. Karışık taze meyve kokteylini keşfettiğim yer, ne yazık ki her yerde bulamadım buradan sonra. Yemek yerine de geçiyor, insanı resmen doyuruyor.


Sabah kaleyi gezdik ve Sousse’a doğru yola çıktık. Çarşısını gezip karpostallarda görüp şok olduğumuz Colleseum benzeri yapıyı görmeye El Jem’e gittik. Ovanın ortasında kilometrelerce öteden görülebilen bir yapı. Ben dikkat etmemiştim, Veyselin işaretiyle farkettim, heyecanlandım. Her zamanki taktiğimizi uyguladık ve yapının tam karşısındaki restoranda yemek yiyip motorları ve eşyaları emanet edip içeri girdik. Roma yapısı muhteşem bir arena. Dönüşte Roma’ya uğrayamama (Colloseum) ihtimalini düşünerek gezdim burayı, her ne kadar aynı şey olmasa da. El jem’de başka birşey yok, buradan Sfax’a geçtik. Tunus’un 2. Büyük şehri ama şehirler çok cazip değil bizim için. Çok zaman harcamadan Gabes’e sürdük. Gece inince de kötü bir yemek yiyip-yiyemeyip kurduk çadırımızı.
Sfax’den sonra tarım azaldı, yeşillik de, araba sayısı da. Kötü akşam yemeğinden sonra kahvaltı bile etmeden yola çıktık. Gabes’e girerken motor bir virajda aniden çırpmaya başladı, yolda ıslaklık var eyvah dedim, yağ. Birkaç kontra ve motorla boğuşmadan sonra düşmeden durabildim. Eğilip baktım, lastik janttan çıkmış. Çivi. Neyse ki yakında bir tamirci varmış. Hemen lastiği söktüm, çocukların da eli çabukmuş hemen yamadılar valla. 10:30’da Matmata’ya doğru yola çıktık. 40km. Burada Star Wars 1 filminin seti var, otobüslerle turist getiriyorlar, turizme dökmüşler işi. Tunuslular yabancılarla Fransızca konuşuyorlar, sömürge olmanın mirası olarak. Yol tabelaları bile Arapça-Fransızca. Arapçayı aralarında konuşuyorlar. Bu arada Douz’daki kampta 2 gün kalabilmek için Tatouine’e gidişi iptal ettik. Douz’a doğru olan 96km’lik yolda çok bariz olarak kademe kademe çöle geçtik. Bu yolda neredeyse araba bile görmedik, gördüklerimiz de 4x4 jiplerdi. Veysel’in Tunus’tan aldığı Lonely Planet rehberine göre Douz’da bir overlander camping var. Hemen kampa gittik. Tamamen çöl sürüşü için modifiye edilmiş motorlar, 4x4’ler ve bir de Tata ralli kamyonu. Tüm motorlar depo takviyeli. Çölde en gerekli şey benzin, diğerler modifiyeler daha sonra geliyor. KTM 660 rallye’den 91 model Hondalara, 25lt depolu KTM 525’lere kadar her tip motor var. Ortalıkta da yaşı 40’ın altında olmayan Alman, Avusturyalı ve İsviçreliler. Hemen çadırları kurup motorları boşalttık. “çöl nerede” dedik, “2km sonra” dediler. Giyinip kamptan çıktık, kum tepelerine 300m kala Veysel’in zinciri koptu! Yine şanslıyız, yakında çöle ATV turları yapan bir yer var, bakla eklediler zincire. 1 saat sonra tekrar hazırız. Tören için yapılmış bir tribünün sonuna geldik ve işte uçsuz bucaksız Sahara, dünyanın en büyük çölü.

Tepelere çıkıp inmeye başladık tatlı tatlı. 10dk içinde sucuk gibi olduk, hızlandık da bu arada. Kum tepelerinin arasında birbirimizi kaybettik. Bazı tepelerin inişi çok sert, resmen başaşağı iniyorsun. Kumda motora binmek müthiş bişey, kaskların içinden bağıra bağıra biniyoruz, deli gibi koşturuyoruz oradan oraya, Kum o kadar ince ki. Bir Berberi geldi devesiyle, bindim resim çektik birlikte. Az sonra Veysel de geldi, bıraktım onları. Meğer benden sonra deve Veyselin motorunu devirip üzerine oturmuş, huysuz bişeydi zaten. Neyse ki kum her yer, yoksa yamulturdu motoru valla “deve”. Buradaki Berberi ve Tuaregler paranın tadını almışlar, karizmaları azalmış. Yeterli modifiyelerden sonra çölün içlerine gidecek hale gelirsek günün birinde, sanırım saf Tuareglerle karşılaşabiliriz. Tepelerin arasında kayarak bindik, bu arada kasabayı ve evlerini gözden kaybetmeden biniyoruz. İnsan öyle bir kaptırıyor ki kendini, biraz uzaklaşırsan
kaybolmak işten bile değil. Ufuk çizgisine bakınca bunu daha iyi anlıyorsun, dümdüz, biraz da ürkütücü. Bu arada önümden koşarak bir deve geçti, 2 dk sonra da 12-13 yaşında bir çocuk nefes nefese, “mösyö” diyor ve işaretlerle kaçan devesini yakalamak için yardım istiyor. Bindirdim arkaya, başladık deve önde biz arkada kovalamaya. Ayıptır söylemesi yakaladık tabi! Hava karardı da döndük kampa, yoksa hiç niyetimiz yoktu. Sıcak bir duş harika, çok yorulduk ama ağzımız kulaklarımızda. Yemek için bir lokantaya girdik bir de ne görelim, lokanta sahibinin Meoni, Despres, Sainct, Roma, Sala, De Gavardo, Schlesser gibi Dakar yıldızlarıyla çekilmiş imzalı resimleri. Tunus rallisi buradan geçiyor. Öğrendiğimize göre Tozeur’da başlayıp Jerba
adasında bitiyormuş. Ama öyle bir köy lokantasında o resimleri görmek çok tatlı bir sürprizdi. Bu arada internet Sahara’ya kadar gelmiş, test ettik. Yarın da burdayız, yaşasın!
Sabah çamaşırları yıkadık ve kuzey Afrika’nın en büyük tuz gölünde Chott Jerid’de motora binmek için yola çıktık. Dün heyecandan unuttuk, baktık ki çok az benzinimiz kalmış. Yolda bir köye girip benzin sorduk, bakkalda var dediler. Bakkal dedikleri de sadece bir kapı, adam içeriden sanayi tüpüne benzer bişey çıkardı, üzerinde hazne var içinde benzin görünüyor. Veysel aldı tabi karbüratörlü motoru, ben istemedim kalacaksam injeksiyon arızasından değil, benzin bittiği için kalayım diye. Yolda iki
oasise girdik, haritada işaretli bir yer daha vardı güneyde, benzin yüzünden gidemedik. Kebili’de benzinci olduğunu duymuştuk, doğruymuş, Total var. Başlarım şimdi Fransa’yı protestoya deyip fulledim depoyu. Tunus’ta 1 lt. benzin 1 dinar, yani 1YTL. Benim depo 17YTLye doluyor. Bu arada, özellikle İtalya’da benzin kalitesi yüksek. Benim depoyla Türkiye’de 400km giderken İtalya’da 470km gittim, iki kere kazık yani...Neyse, hemen tuz gölüne koştuk, zeminin hemen altı ıslak ve kaygan, hatta Veysel bir yerde kayıp düştü, tuzlandı, eğlendik burda da. Yolda her iki taraf da hurma tarlalarıyla dolu. Douz’a varınca hemen çöle daldık yine. Sucuk olana ve hava kararana kadar bindik, sonra hemen duşa. Yemekte felsefe yaptık biraz, sonra politikaya daldık, bir ara baya tartışmaya başladık ama çölde kavga edip ayrılmamak için kısa kestik, ben gösteririm ona dönünce...
Sabah çadırları toplayıp motorları yükledik, 118km ötedeki Tozeur’a doğru yola çıktık. Yolun tamamı tuz gölünden geçiyor, göl mevsimden dolayı kuru. Star Wars 1’in bazı bölümleri yine burada çekilmiş. Göl uçsuz bucaksız, seraplar görülüyor, resim çekiyorum. Tozeur turistik. Fiyat sorarsanız sorun yok. Sormadıklarınızı yüklüyorlar valla. Turizmi öğrenmişler, turizm buysa tabi. Burada da çok güzel bir kamp var, daha tenha. Çocuklar ralliden dolayı motorlara alışıklar, biz geçerken bağırıp motorlara koşuyorlar. Lonely Planet’e öre Tozeur’da yaklaşık 200.000 hurma ağacı var
ama yerlilere sorarsanız iki katını söylüyorlarmış. Bazılarının sonu görünmüyor gerçekten de. 80km sonra Gafsa’yı geçtik. Kasserine’e doğru giderken hava karardı. Feriana adlı bir köyde bilardo masası bulduk, Veysel’i uluslarası platformda da yendim! Yemekten sonra köy dışında çadırımızı kurduk. Bu arada ben kararsızım, Roma’ya gidersem direk Ancona’ya mı geçsem, yoksa Roma’yı yakıp birlikte Sicilya turuyla Etna’yı mı görsek? Veysel hala adalardan Türkiye’ye geçmek istiyor, ben İpsala’dan girmeye kararlıyım, herşey olabilir. Çölün tadı damağımızda...

Çay içememek sindirim ve sinir sistemimi zorluyor ama herkes öyle mutlu ki kolayca unutuyorum. Tunus’ta yemek konusunda zorluklar yaşadık, biraz da çölde zaman
geçirmenin etkisiyle tabi. Ama asla “of ne güzeldi” dediğimiz bir yemek yemedik. O gün de ton balıklı sandviçlerden atıştırıp 138km’lik El Kef yoluna devam ettik. Yolda yağmur başladı, bir köy kahvesine oturduk. Tüm gün yağacağını anlayınca giyinip devam ettik. El Kef’te eski bir Türk camii, hamam ve kale var, bekçinin rehberliğiyle gezdik. Tüm gün
Cezayir’e 20-30km uzaklıkta, dağ manzaraları eşliğinde yol aldık. El Kef’ten sonra 70km uzaklıktaki antik Roma şehri Dougga’ya vardık yağmur altında. Hava kararmadan Unesco tarafından dünya mirası olarak tanınan şehri gezdik ve hemen yakındaki birkaç haneli köyün başındaki restoranda yemek yedik. Bahçeye çadır kurduk ama biraz sonra polis geldi. Manasız bir şekilde bizi 200m uzağa göndermek istediler, neden dedik direndik ama burda olmaz diyorlar başka birşey demiyorlar. Az sonra restoran sahibi geldi ve 20dk kadar hararetli biçimde polislerle konuştu ve sonuçta polisler jiplerine binip döndüler. Kasklarımızı emanet ettiğimiz köylülere bahşiş vermediğimizi için ihbar edilmiş olabiliriz. Saati sorsan para isteyebilirler burada, şaşırmıyoruz artık. Bu arada bu köye dog-ha deseler daha iyi olur, çünkü köpekler sabaha kadar havladılar.
Tunis 110km, yollar kuzeye doğru güzelleşiyor, iki tarafta kaktüs tarlaları. Agave’lardan aloe vera yağı çıkarıldığını biliyorum, belki bunun tarımını yapıyorlar çünkü oldukça sistemli biçimde hazırlanmış kaktüs tarlaları var. Tunis’te antik Carthage (Kartaca) ve mavi kepenkli beyaz evleriyle ünlü Sidi bou Said’i gezdik. Bu semtte aynı zamandaCumhurbaşkanı oturuyor, konsolosluklar ve bazı resmi daireler de burada. Yolları, evleri, kafe ve restoranlar, herşey çok farklı burada. Bilet almaya gittiğimizde kötü bir sürprizle karşılaştık, bugün feribot yok, iki gün sonra. Hadi internetteki bilgileri güncellemiyorlar gişedekileri ne yapmak lazım? Palermo’daki memur bize Salı demişti. Umutsuzca başka birfirma aradık ve ertesi gün için bir feribot (Ustica) bulduk. Bu arada, Malta’ya da gitmeyi düşünüyorduk ama bir kez daha mevsimin kurbanı olduk, Tunus’tan Malta’ya kışın feribot yok. O akşam üniversiteli gençlerle tanıştık, ertesi gün de gezdirdiler bizi, hesap bile ödetmediler bize. Bilet alırken feribot firmasından bir görevli bana yardım etmek istedi ama latin alfabesini beceremiyor, forma adımı yazması 2 dk aldı, ben de aldım kendim doldurdum, yine de para istemeyi ihmal etmedi, kızdım vermedim tabi, bir de ofise şikayet ettim. Akşam feribota binmek üzere limana geldik, biri geldi, görevli sandık, doldurduğumuz formlarımızı alıp kağıtların en altına koydu ve başladı tekrardan bize form doldurmaya. E biz de dolmuşuz 8 gündür, turist muamelesi görmekten, aldık kağıtları elinden, bırak dedik ya, git işine. Hala arkamızdan bahşiş istiyordu. Bu arada bugün 25 dinar dedikleri bir malı 6 dinar’a aldım, pazarlığı bilen biri daha da ucuza alırdı belki de. Feribotta yine ilginç bir maç vardı, Türkiye-İtalya hazırlık maçı.
Sabah Trapani’ye inince ilk işim çay içmek oldu. Demlikle veriyorlar, iki fincan çıkıyor, ohh dünya varmış. Detaylı bir Sicilya haritası bulduk, çok faydalı bir eser, en azından adadaki tüm motor kiralama şirketleri ve mağazaların adres ve telefonları var. Benim arka balatam bitik, en yakındaki motor mağazası olan Yamaha’ya gittik ama sadece kendi parçalarını satıyorlar. BMW’yi sorduk, İngilizce bilmiyorlar, tarif edemediler. Bu arada ustabaşı olduğunu zannettiğimiz amca atladı arabasına ve takip etmemizi işaret etti. Adam işi gücü bırakıp bizi Trapani trafiğinde arabasıyla escortluk yaparak BMW’ye götürdü! İtalyanlar birşey sorduğumuzda arabalarından inip başlıyorlar İtalyanca tarif etmeye, hiç takmıyorlar valla karşılarında kim olduğunu, kesemiyoruz lafı da. Gracia deyip devam ediyoruz. Villa San Giovanni’de de yaşlı bir amcaya otoban çıkışını sorduk, koşa koşa gitti, bindi scooter’ına, o önde biz peşinden şehir çıkışına kadar götürdü bizi sağolsun. Neyse servistekiler işi gücü bırakıp benim balatayı değiştirdiler, ben istemeden lastik havaları, zincir yağı vs. de baktılar. KTM’e de aynı muamele yapıldı. Güzel bir spagettiyi haketmiştik, siesta yine kapalı her yer, zar zor bir restoran bulup yedik. Marsala’dan Agrigitone’a geçtik. Geceyi yüksek ve soğuk Enna’da geçirdik. Çok şirin bir yer, eski binalar, küçük ve sempatik dükkanlar. Akşam yemeği yine makarnaydı. Bugün iki kaza gördük. Kavşakta 3 araba birbirine girmiş, hepsi ayrı bir tarafa savrulmuştu. Sonra da zincirleme bir kaza, 5 araba. Ee boşuna dememişler “Italians do it better”. Arabaların birçoğunda sıyrık ve darbeler var. Yaptırmıyorlar da, nasıl olsa yarın yine tokuşuruz birileriyle falan diyorlar herhalde.
Bugün Messina’ya kadar giderek Sicilyayı tam bir tur atarak dönmüş olacağız. Çadırı toplayıp hızlı İtalyan kahvaltımızı yapıp yola çıktık. Bir süre sonra da Etna’yı gördük.Çok uzak, ama o da zaten çok büyük. Çok değil, yüksekliği 3323m ama çok geniş
bir dağ ve de en önemlisi uyuyan bir volkan. Zirvesine yakın bulutlar var ama bulutlardan farklı olarak da daha açık renkli bir duman, Etna’nın püskürttüğü gazlar. Uyuyor ve nefes alıyor. Eteklerindeki köy evlerinin duvarlarını lav taşlarını kullanarak yapmışlar. Burada da güzel yollar, arabalar ve evler var. Catania üzerinden Messina’ya gittik, İtalya’ya geçip Cosenza’ya sürdük.
Bugün öğlene doğru Taranto’ya ulaştık. Karides soslu spagettilerimizi yedik. Turistik bölgeler haricinde fiyatlar Türkiye’deki gibi. İtalyan otoyollarında (autostrade) Autogrill adında zincir kafeler var. Yakın şehirlerde çalışanlar sabah buralarda ayaküstü börek-kruvasan türü şeyler atıştırıp kahve içiyorlar. İşleri 5 dk’da bitiyor, bu insanlar çok hızlı. Burada traş olanlar bile var. Oturacak yer yok ve birçok yerdeki gibi sigara yasak. Yolda radar varmış, bir tırcı bizi işaretle uyardı. 20km arayla iki çevirme noktası gördük, bir Ducati ve birkaç araba. Burada radar araçları yok, fotoğraf çekiyorlar. Brindisi’ye ulaşınca ilk iş feribot bileti aldık.
Sabah 6’da uyandırdılar. Igoumenitsa’ya yanaştık. Ayaz. Karlı dağ yamaçlarından ve zemini yer yer buz kaplı virajlı yollardan kıvrıla kıvrıla 6 saattte 160km yol alabildik. 190km daha gidip Selanik’e ulaştık. İlk iş olarak Atatürk’ün doğduğu evi ziyarete gittik. Türk Konsolosluğunun bahçesi içinde. Oradan da adresini daha önceden aldığımız KTM servisine. Ertesi sabah için randevu aldık ve yemeğimizi yiyip Selanik’i keşfe çıktık. Buradaki gece hayatı gerçekten müthiş. Kafeler ve barlar dopdolu, yollar bile.
Sabah 8’de servise teslim ettik motoru, adamları da gözümüz tuttu, 3 kişi koydular motorun başına, çok da ilgilendiler. Servisin sahibi Makis eski bir enduro yarışçısı, kupa ve madalyaları duvarda, Avrupa şampiyonasına bile katılmış ama kilolar ve yaşı yarışmasına engel artık. İçimiz rahat motoru bıraktık. Karamanli caddesi sağlı sollu motosiklet dükkanlarıyla dolu, bırakın motosiklet markalarını, Nolan’ın, Michelin’in bile kendi mağazaları var. Alışveriş meraklısı kadınlar gibi akşama kadar dolaştık durduk, bir ara ayrılmışız farkında bile değiliz, yemek de yememişiz akşama kadar. Tüm motorcular 16:00 veya 17’de kapatıyorlar. Makis’in elemanları saat 18’e kadar çalıştılar motoru bitirebilmek için. İş bitince yemek için yer sorduk, 10dk beklerseniz götürürüz sizi dediler. Makis ve eşi Burgmanları ile önde, biz arkada bir restorana götürdüler bizi. Gelmişken beraber yiyelim dediler ve suvlaki ısmarladılar. Yolculuk boyunca yediğimiz en güzel yemekti, hesabı da ödetmediler. Oradan Nuri Bilge Ceylan adlı film yönetmeninin Türkiye resimleri sergisine gittik. Veysel’in rehberliğiyle tüm sergiyi gezdik, çok hoşlarına gitti. Sergide üniversitelilerle tanıştık, saatlerce oturduk, sohbet ettik. Yunanistanda mıyız Türkiyede miyiz anlayamadık Kiminin dedesi Orduluymuş, kiminin ninesi Trabzon’dan gelmiş. Bizi evlerine davet ettiler o gece onlarda kaldık. Yolculuk boyunca Atina’dan sonra ikinci çadır harici konaklamamız.
Sabah Makis’e uğrayıp vedalaştık ve 180km’lik Kavala yoluna çıktık. Yunanistan’da yolun kenarında”kantina” dedikleri yiyecek içecek satan karavanlar var. Bunlardan birinin önünde bir GS1150 görüp durduk. Selanik’e gidiyormuş, lafladık biraz, suvlaki de yedik. Hesabı istedik, ödendi dediler, meğer GS’li ödemiş. Kavala güzel bir tatil şehri ve güzel kumsalları var. Sezon bitmiş, sadece yerli nüfus kalmış. Bir kafeye oturduk, sahibi geldi KTM620siyle. Herşeyini sökmüş motorun, sadece off-road yapıyor. Biz oradayken arkadaşları geldi, akşamüzeri binmek için sözleştiler. Kavala’dan çıkarken Konstantinoupolis 460km tabelasını gördük, Mimar Sinan’ın inşa ettiği su kemerinin altında. Yunanlılar Bodrum’u da bilmiyorlar mesela, Halikarnassos derseniz anlıyorlar. Kavala’dan sonra cazip birşey kalmadı ve 160km daha geçip İpsala’ya geldik. Karanlıkta gitmiştik ve çok soğuktu. Kamyoncular hemen etrafımızı sardılar, Tunus’tan geldiğimizi duyunca bazıları inanmadı, motorların kaç yaptığını bile sormayı unuttular, öyle şaşırdılar yani! Son kontrol kulübesine geldiğimizde “canınıza mı susadınız uleynn” diye bir ses duyduk. Kontrol memuru camı açmış bize bağırıyor, biraz lafladık, pasaportlara bakmadı bile. Meriç üzerindeki köprüde askerlerimizle resim çektik ve ülkemize geri döndük...
Çölde motora bindik, 6000 küsur km yol yaptık ve hiçbir kaza riskiyle karşılaşmadık. İki gece ve feribottaki konaklamalar dışında sürekli çadırda kaldık. Çadırla gitmenin psikolojisi çok başka, hadi gidip otelimde biraz istirahat edeyim diyemiyorsun. Yine mevsimden dolayı kamping yoktu ve çadırımızı ancak uygun bir yer bulup yatmadan önce kurabiliyorduk. Gün boyunca devriyedeki polisler gibiydik yani ama hiç şikayetimiz de olmadı.İyi insanlarla karşılaştık, sürekli yardım gördük. İşi gücü bırakıp eskortluk yapanlar, müşteriye yasak olan tuvaletin anahtarını verenler, kaldırımlara park etmemize izin veren ve motorlara göz-kulak olan polisler, bize hesap ödetmeyen üniversiteliler, evlerinde misafir edenler, servis adresi bulmak için bilgisayarda 45dk uğraşanlar, yol tarif etmek için aynı dili konuşamadığı halde koşturanlar…
Ve motorlarımız...Bizi hiç üzmediler, dördümüzün de asla unutamayacağı anıları paylaştık hep birlikte...
Giray Türker
Tel:0533 724 77 22

Veysel Bayam
Tel:0532 557 72 17

3/05/2007

Bike Lift artık Türkiye’de

İtalyan malı olan Bike Lift, motosiklet servis ekipmanları alanında çalışan bir firmadır. Ürünleri arasında motosiklet liftleri, motosiklet sehpaları, motosiklet lastik balans makinaları, lastik sökme takma makinaları, garaj sehpaları, motor toplama sehpaları vs. gibi bir çok ürün mevcuttur. Bu ürünler, profesyonel kullanımın yanında amatör kullanımlara da uygundur.






Motosiklet Liftleri,

350 kg ile 500 kg lık 2 kapasitede toplam 10 çeşittir. 10 çeşit ise kendi içinde ayak pompalı, havalı ve elektro-hidrolik olmak üzere 3’er çeşide daha sahiptir. Liftlerin genel özellikleri ise;

Bütün liftler, 6 kademeli kilit sistemine sahiptir.
Bütün liftlerin ön kısmında lastik tutucu (WHEEL CLAMP) sabitlemek için çeşitli delikler mevcuttur.
Liftlerin yanında, anahtarları koymak için bir kanal mevcuttur. Bu sayede anahtarların lift üzerinde unutulup dönen lastik ile risk yaratması söz konusu değildir.
Bütün liftlerin ön kısmında STOP-BAR vardır.
Elektro-Hidrolik lüftlerin ve Pnuematic liftlerin güç üniteleri, hareketli platformun altında saklıdır. Dışarıda herhangi bir ünite kabini vs. gibi fazlalık yoktur. Elektro-Hidrolik liftler, kablo uzatmalı elden kumandalıdır.
GATE modellerinde, arka tekerin daha rahat sökülebilmesi için kayar plaka mevcuttur. SPLIT modellerinde ise ön tekerleğin rahat sökülebilmesi için açılan tabaka vardır.

Motosiklet Sehpaları;

Her türlü motosiklet için, servis ve bakım sehpaları mevcuttur. Paddock Stand olarak geçen ürünler arasında, racingler, endurolar, cruiserler, touringler, croslar ve ATV ler için çeşitli sehpalar mevcuttur. Bu sehpalar ile motosikletlerin tekerlerinin yerden kesilip, bakımlarının yapılması sağlanır.







Motosiklet Lastik makinaları;

Balans makinaları;

Yalnızca motosiklet lastikleri için üretilmiş bu makinalar ile, 1 gr ile 5 gr. Lık hassaslıkta hem STATIC, hem DINAMIC balans yapmak mümkündür. Jant aparatları ile bütün modellere hitab eden bu makinalar ile titreşimsiz ve zararsız yolculuklar yapılması sağlanır.












Lastik Sökme-Takma makinaları;

Yalnızca motosiklet lastiklerine hitab eden bu makinalar ile, jantları çizmeden lastiklerin değiştirilmesi sağlanır. 10” jant ile 24” jant aralığında tüm jant çeşitlerine hitab eder.

Bike Lift, tüm bu ürünleri ile, Türkiye’de Z Kare Otom.Ltd.Şti. Distiribitörlüğünde satışa sunulmuştur. 29 Mart – 1 Nisan tarihlerinde Dünya Ticaret Merkezi’nde yapılacak olan MOTOSHOW07 de, 11.SALON da sizlerle olacaktır.

3/04/2007

Moto Show 2007

Motosiklet tutkunlarının merakla beklediği MotoShow 2007 fuarı Dünya Ticaret Merkezi yeni fuar kompleksinde salon 9-10-11' de 29 Mart 1 Nisan tarihlerinde yapılacaktır. Büyük bir katılımın beklendiği fuar'da ünlü markalarda yerlerini alacak. Katılımcı listesi için buraya.

Bodrum Motosiklet Kulübü

1993 yılında kuruluş çalışmalarına başlanan Bodrum Motosiklet Kulubü zamanın yerel yönetiminin verdiği destekle 1997 yılında oluşturulan Geçici Yönetim Kurulu ile hayata geçirildi.
1998 yılında Türkiye Otomobil ve Motor sporları Federasyonu tarafından tescil edilerek “Organizatör Kulüp” lisansını aldı.
Bodrum Motosiklet Kulübü, 2003 Yılı içerisinde kuruluş çalışmaları başlayıp 2004 yılında Resmi kimliğini kazanan Türkiye Motosiklet Federasyonu bünyesinde faaliyetlerini sürdürmeye devam etmektedir..


Kulup aynı zamanda geziler ve yarış organizasyonları yaparak Bodrum'da motosiklet tutkunlanlarını bir çatı altında toplamaya devam ediyor.